İnsan ne kadar büyük bir aşk yaşayabilir ki şu küçücük Dünyada? Yaşadığı aşkın sınırları, insanın aklını yitirmesine kaç kala bir hat belirleyebilir ki kendine? Peki aşkın yaşı, yeri, kuralı, doyum noktası var mı?
Ya insanoğlu kendine acıyarak veya delice sevdiği insana özgürlüğünü vermek adına benliğini nasıl yok sayabilir Siz olsanız, aşkı bir resim karesinin içine sokabilir misiniz her soluk alışınızla birlikte? Peki kadın mı erkeğin cazibesiyle kayıp diyarları keşfeder?
Erkek mi bir kadın uğruna dünyadan vazgeçer?
Bu soruların cevabını içinde barındıran ya da soru işaretlerinin noktası silik kalan, bilinen ya da bilinmeyen öyle çok yaşanmış aşk örneği var ki bu dünya üzerinde Karmaşık ve sadece aşkı yaşayan iki kişinin anlayabileceği zihin geçişleri aslında bunlar. Genelleştirmek imkansız ve de gereksiz!
Salvador Dali
Neden mi üstteki satırlardan sonra onun ismine geçtim?Çünkü gerçeküstü yani sürrealist ressamların gelmiş geçmiş en iyilerinden biri olan Dali’nin bu titre sahip olmasının en vurucu etmeni, bir pamuğa saplı kalmış diken parçası gibi karısına duyduğu müthiş aşktı ve bu aşk onu ömür boyu ilham kaynağı aramaktan men etmişti.Öyle ki, yaptığı hiçbir resimde tutkuyla bağlı olduğu eşinin siluetinin olmadığı bir resmi yoktu. Onun canını acıtarak besleyen, Gala’nın vücuduydu.
Dali’nin bu dünyadaki hikayesi çok garip başlamıştı.Anne ve babasının ilk çocuğunun ölümünden tam 9 ay 10 gün sonra doğmuştu. Ailesi, acılarına dayanamadıkları çocuklarının ölüm gününde cinsel ilişkiye girmişlerdi ve çok sevdikleri yavrularının yerine koyacakları çocuklarının tohumunu aslında o gün atmışlardı. Ölüm, doğumla birleşmiş ve ölen çocuğun ismi bile doğan çocuğa yadigar kalmıştı. Acıydı ama gerçekti!
Salvador, ölen kardeşine ikizi kadar benziyordu. Ailesi, bu şok ölümü Dali’ye anlatıyor; ilk Salvador’un mezarına götürüyor ve onu bir ayna olarak görüyordu. Salvador Dali bu yüzden küçük yaşta kimlik sorunu yaşıyor, kendisini ailesine kanıtlamak için histeri krizleri geçirip teatral hareketlerde bulunuyordu.
1973’te hiç tanımadığı kardeşi hakkında şöyle yazdı: “Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu… Babamın sevgisinin bu sınırları, yaşamımın ilk günlerinden itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.”
Dali’nin annesiyle babası resmen zıt karakterliydi. Babası sert ve otoriter; annesi sevecen ve anlayışlıydı. Kendisinden 3 yıl sonra kız kardeşi doğdu. Evin tek erkek çocuğu olmanın verdiği ilgiyle, küçük yaşlardan beri kaprisli ve şımarık bir karakter sergiledi. Annesinin desteğiyle başladığı resim serüveni, annesinin meme kanserinden ölümüyle birlikte, onu hayata bağlayan en önemli unsur haline geldi.
Dali, yıllar sonra annesinin ölümüyle ilgili şöyle yazdı: “Hayatımda aldığım en büyük darbeydi. Ona tapardım. Ruhumun kaçınılmaz kusurlarını görünmez kılabilmesine hep güvendiğim bir varlığın kaybını kabullenemiyordum.”
Babası ise kısa süre sonra baldızıyla evlendi.
Çocuktu Dali.Birçok travmaya şahit olmuştu ve nasıl olduysa olmuştu ve o artık ölüm ile cinselliği çok derin bir bağ ile birbiriyle ilişkilendirmişti. Cinsellikten kaçmasının, kadınlara dokunamamasının ve onlara kendine dokunma izni vermemesinin garip nedeni buydu.
Taa o zamanlarda iç dünyası başkalaşmaya başlamıştı ve artık tuvallerine yansıyan bir fırtınanın esiri olmuştu.
Yaşı ilerliyor, resimlerinde büyüleyici eserler ortaya çıkarıyor ama hala kimseyle ilişkiye girmiyor ve mastürbasyon yapıyordu.İktidarsızlık sorunu yaşadığına, cinsel organının boyunun kısa olduğuna yönelik takıntıları vardı.Bu durum, kendine olan güvenine zarar veriyordu.
Sanatını besleyen travmaları, onu içten içe bitiriyordu.
Dahiydi.Deliydi ve o güne kadar hayatını mahveden tüm düşüncelerini altüst edecek kadınla 1920’lerde, sürrealist akımın Fransa’da başladığı yıllarda tanışmıştı. Gerçek adı, Helena İvanovna Diakonova olan Gala, Dali ile tanıştığı zamanlarda ondan 10 yaş büyüktü ve o vakitlerde Paul Eluard ile evliydi.Bu adamdan bir de kız çocuğu vardı ve kendisini resmeden Max Ernst adında da bir aşığı vardı.
Gala, değişik bir kadındı. Çok hoş biriydi, çekiciydi, döneminin en özgür ruhlu kadınlarındandı ve bambaşka bir havası vardı.Onu görüpte etkilenmeyen yoktu.İlk kez yaşıyordu birine karşı bu hissi ve aslında imkansızı istiyordu Dali, biliyordu.
İlk buluşma plajda gerçekleşti ancak hiçbir kadınla iletişim kuramayan Dali, onunla da konuşamamış ve kahkahalara boğulmuştu. Bu kahkahalar, kadınlara karşı korkusunu gizelemek içindi.Biri onun duygularını çözerse onların karşısında güçsüz duruma düşeceğine inanırdı.Gala onun içini okumuş ve konuşmadan ellerini tutmuştu.Büyük aşk o gün başlamıştı ve o eller bir daha hiç ayrılmadı. Dali için eşini ve çocuğunu terkedip onunla kaçtı.
Dedim ya, aşk denildiğinde tüm duygular hazır ola geçmişti onlar için de!İlk görüşte aşktı onlarınki.Dali Gala’ya , Gizli Hayat kitabında;” “Hep ileriye doğru giden, benim Gradiva’m, benim zaferim, benim eşim olmak onun kaderinde yazılıydı.” diye seslenmişti.
Evlenmeden önce, balıkçı köyü Lligat Limanı’nda Dali ve Gala
Gradiva; Sigmund Freud’un ana karakteri, W. Jensen’ın romanının adından gelir ve kitabın kahramanı olarak ana karaktere psikolojik iyileşmeyi getiren kişidir.Dali’nin ilham perisi artık Gala’dır ve dini rollerde sıkça rastlanan bir model olarak Meryem Ana figürü Dali’nin gözünde odur.1930’lu yılların başında Dali,“çoğunlukla senin kanınla boyuyorum resimlerimi Gala” diyerek ikisinin adına imzalar olmuştu.