Günümüz gençliği gittikçe daha depresif mi oluyor?
Alman gazeteci Akob Simmank’ın Die Zeit’daki makalesine göre, bugün, genç nesil, duygularını anlamak için çok uğraş veriyor ve bu durum psikolojik “kırılganlık” olarak nitelendiriliyor.
Gençlerdeki kırılganlık kolayca suçlamalar yöneltmelerine sebep oluyor. Hatta bu isyan ve suçlamalar hemen her milenyum şarkısında bulunan bir motif haline geldi. Gençler sürekli şikayet ediyor ve birbirinin şikayetlerine empati duyuyor. En küçük çatışmalar trajediye dönüşebiliyor. Önceki nesillerden daha iyi yaşamlar sürüyorlar ama psikolojileri daha zayıf ve ilk varoluşsal krizde bir psikoterapiste koşuyorlar.
Barmer Sigorta Şirketi‘nde, 2018 yılında 18-25 yaş arası hastalardan elde edilen verilere göre, 2005 yılına nazaran, psikolojik bozukluklardan muzdarip hasta sayısı 1,5 kat arttı; endişe, panik atak ve depresyondan şikayet edenlerin ise iki katına çıktı. Kaygı bozukluğu, panik atak rahatsızlığı ve depresyondan muzdarip insanların sayısı geçmiş yılları katlayarak artmaya devam ediyor.
Psikolojik olarak sağlıksız, kederli, kaygılı, stresli genç yetişkinlerden oluşan bir nesil mi büyüyor?
Bir başka araştırmaya göre (Jacobi ve Groß, 2014), 18 ila 29 yaş grubu kadar psikolojik açıdan kendini kötü hisseden başka bir yaş grubu yok. Bu yaş grubunda beş kişiden ikisinin anksiyete bozukluğu, depresyon gibi zihinsel veya ruhsal bir hastalığı var.
Psikosomatik Tıp Kliniği Başhekimi Getz Berberich‘e göre, rakamlar şaşırtıcı değil. Berberich, durumu “Kırılganlık” değil, “sınır evresi” olarak tanımlıyor. Bu “sınır evresi”ni birçok gelişimsel koşulla karakterize ediyor. Buna göre, genç yaşlarda iken, ebeveynlerimizden nasıl ayrılacağımızı, insanlarla nasıl ilişkiler kuracağımızı, kendi hayatımızı nasıl yaşayacağımızı ve “Ben nasıl bir insanım?” sorusunun cevabını bulmanız gerekir. Berberich’e göre, gençlerin, duyguları ve inançları üzerindeki kontrolü sağlamak, kendilerine ve kararlarına olan güveni geliştirmek için psikolojik yeteneklerini geliştirmeleri gerekir.
Berberich “Yüz yıl önce yaşasaydım, daha 14 yaşımda mesleğimin fırıncılık olacağını bilirdim. Çünkü babam fırıncıdır. Bugün birçok alanda birçok fırsat var. Gençler, çalışabilecekleri ve istedikleri konuma gelmelerini sağlayacak çok fazla işin olduğunu biliyorlar. Böyle bir dünyada destek bulmak çoğu genç için zor olabilir.” diyor.
International Journal of Methods in Psychiatric Research: Jacobi et al., 2014 Araştırmasına göre son yıllarda psikolojik hastalığı olan kişilerin sayısı sabit kalmıştır. 1997 anketinden elde edilen verilere bakacak olursak, ruhsal bozukluklardan her yaş grubunda, yaklaşık olarak aynı sayıda insanın muzdarip olduğu sonucunu görürüz.
Gençlerin psikolojik hastalıklara yakalanma oranı geçmiş nesil gençlerine nazaran daha yüksek
Güncel veriler ise farklı görünüyor: Günümüzde, akıl ve ruh hastalıkları, 35 yaşın altındaki kişilerde daha yaygın görülüyor. Konuyla ilgili kesin bir veri bulunmamasına rağmen, gençlerin psikolojik hastalıklara yakalanma oranının geçmiş nesil gençlerine nazaran daha yüksek olduğu belirlenmiştir. (International Journal of Methods in Psychiatric Research: Jacobi et al 2014).
Geçen yıl “depresyon yaygınlığı” konusunda yayınlanan BMC Psikiyatri: Bretschneider et al., 2018 çalışmasında da benzer sonuçlardan söz edildi. Geçtiğimiz yıl ciddi bir depresif süreç geçiren 18-30 yaş aralığındaki genç kadınların sayısının 1997-2012 arasındaki istatistiklerin ikiye katladığını; bir üst yaş grubundaki kadınlarda ise iki kat azaldığını göstermektedir. Araştırmanın erkeklerle ilgili verilerinde değişiklik görülmemiştir.
Bugünün gençliğinin psikolojik rahatsızlıklar konusundaki farkındalığı önceki nesillerden daha fazla
Alman psikiyatrist Dr. Matthias Claus Angermeyer, son 50 yılda kaygı bozukluğu, anksiyete ve depresyon tanısı konulmuş hastaların hikayelerini karşılaştırdığı çalışmasında “Tanı ve teşhis sayısındaki hızlı artış, doktorların ruhsal hastalıkları günümüzde daha iyi tanımlayabildiği gerçeğiyle de ilgili olabilir. Ancak sebep, bugünün gençliğinin psikolojik rahatsızlıklar konusundaki farkındalığının önceki nesillerden daha fazla olması da olabilir.” diyor.
Gerçekten de son yıllarda, Polonya, İskoçya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi farklı ülkelerde, depresyon ve endişe bozuklukları gibi rahatsızlık belirtileriyle kliniklere başvuran ve tedavi sürecine giren kişi sayısında ciddi artış gözlenmiştir. (Acta Psychiatrica Scandinavica: Schomerus, Angermeyer.., 2012)
Biraz abartılı gelse de kulağa, ruhsal rahatsızlıklar konusunda bilinçlenmenin ardında yatan bir mühim gerçek de şu ki günümüzde hemen her şeye “psikolojik gözlükler”le bakıyoruz.
Referans literatürde “terapötik söylem” kendine çok başarılı bir tarz yarattı
İsrailli sosyolog Eva Illuz‘a göre psikolojik ve psikiyatrik kavramlar yavaş yavaş günlük konuşma dilimizin parçası haline geldi. Illuz “20.yüzyılda dil ve düşüncenin duygusallaştırılması dikkat çekiyor. “Terapötik söylem” o kadar güçlendi ki istisnasız bütün alanlara girdi; aile (Oedipus kompleksi baba ve oğul arasındaki çatışmayı açıklar), şirketler (patron anlayışlı olmalı, aynı zamanda utanç, suçluluk, öfke gibi olumsuz duygularını bastırmalıydı) gibi. Referans literatürde “terapötik söylem” kendine çok başarılı bir tarz yarattı.” diyor.
Duygular, (sosyal) bir sermaye şekli haline geldi
Illuz‘a göre, duygusal zeka, diğer karakter özellikleri kadar aranan bir özellik oldu. “Geniş temas ağları geliştirmek, profesyonel alanda bu ağları kullanmak ve korumakta başarılı olmak isteyenler için duygusal zeka gereklidir. Gençlerin kişisel ve mesleki yaşamlarında başarılı olmaları için kırılganlık gereklidir. Gençler kendilerine ve duygularına daha çok dikkat eder oldu. Bu da bir terapiste yönelmeye daha istekli olmalarını sağlar oldu. Eğer duygular gerçekten sosyal sermaye olduysa, insanların kendileriyle bilinçli şekilde ilgilenmeleri doğaldır. Bunu da bir psikoterapistle yapmasalar nasıl yapabilirler?”